16 Eylül 2013 Pazartesi

YAŞAMAK SİYASET YAPMAKTIR?

Türk futbol tarihinden birçok figür gelip geçti. Belli başlı olanlar da - hepimizin malumu olanlar- hiçbir zaman gitmeyeceklerine hepimizi ikna etmişcesine, inatla ana karakterler olmaya devam ediyorlar. Ancak bunca Gargamel arasında hep beklediğim bir Şirin'in ortaya çıkmasıydı, en azından bir Şirin...

Merdivenlerin griye mahkum olmasıyla aynı talihe mahkum futbol masalımız da nasıl olduysa renklendi, sayfaları karıştırılmaya değer bir kitap oluverdi birden. Bu farkı yaratan rengin adı da Slaven Biliç'di. Futbolun sadece futbol olmadığını (ve olmaması gerektiğini) öğrenmiştik ama tanık olduklarımızın en azından biraz futbola benzemesi gerektiğini, o da olmuyorsa futbolun ruhunu korumamız gerektiğini unutmaya başlamıştık.
Bu entelektüel Hırvat adam, hayranlığımı daha 2008 yılında, Türkiye - Hırvatistan eşleşmesindeki futbolcularıyla olan ilişkisiyle, kendine, takımına olan güveniyle ve çok önemlisi son dakikalarda gelip, son saniyede giden turu hazmedebilmesiyle kazanmıştı.

         O günden bu güne futbolumuzda olumlu anlamda hiçbir şey değişmedi ama O'nun gelişi en azından futbola küsmüş durumdaki ben ve benim gibi tarafların yüzünün tekrar sahaya dönmesini sağladı.Saha başarıları değil burada anlatmak istediğim, ki o değişken olabilir, bu topraklarda bu sanayi koluyla profesyonel olarak ilgilenen çok az kişide görülen bir tür iyi huylu organizma:  

Bakış açısı, hayata nerden baktığınız futbola da nerden baktığınızı gösterir ya, sadece futboldan anlayanın, aslında futboldan anlamadığı gerçeği vardır ya, işte budur beni üst notalardan aromasına doğru götüren.
Buradan günün birinde gitmek durumunda olursa da kendi adıma en tepeye yazacağım futbol adamı olacaktır Bilic.

Peki şu siyasetin sporla olan içli dışlı ilişkisi nedir derseniz, aslında klasik futbol anlatımı gibidir, zor olan futbolu basit oynamaktır, basit oynadığınızda başarırsınız ya, yaşarken siyasetten vazgeçerseniz insan olana zordur bu çünkü siyaset hayattır, hayatın tam içindedir, onu ordan çekip çıkarmak da zordur. Robbie Fowler attığı gol sonrası formasını çıkarıp, tişörtüne yazdığı "Demiryolu işçilerinin grevine destek olun" mesajını verirken de, Samuel Eto'o tribünlerden gelen ırkçı tezahüratlar sonrası soyunma odasına gitmeyi kafasına koyarken de, Çarşı taraftar grubu Van depremi sonrası ya da memleketin dört bir yanına nükleer santral açılması girişmleri sonrası veya protesto hakkını kullanan halka yapılan zulüm sonrası tepkisini koyarken de, Slaven Biliç "Gerçek anlamda bir sosyalistim, paramı insanlarla paylaşmadığım gün insanlığımı yitirdiğim gündür" derken de hayattır. Hayatta durma biçimidir.
Öte yandan bir milletvekili, spor programında yorumculuk yaparak kamu vicdanını yaraladığında, bir ülkenin futbol federasyon başkanı ve milli takım teknik direktörü seçilirken başbakandan tavsiye ve izin alındığında veya milli basketbol takımının teknik kadro ve oyuncu seçimlerinde devlet etkisi olduğunda, bir futbol maçı öncesi sahaya çıkan futbolcuların ellerinde taşıdıkları pankartlarda o ülkenin hükümetinin seçim propogandası yapıldığında da bir durma değil yok olma mevcuttur.
Aradaki fark nedir peki? Şu sorunun cevabında  muhakkak: Hangisi özgür tercih sonucudur, hangisi değildir?

1 yorum:

  1. Harika bir yazı olmuş üstad. Klasik bir yazı olmamış öncelikle. Futbolda aradığımız renklere dair bir yazı olduğu için çok beğendim. Bir de hala sonuçların çok da önemli olmadığını düşünen taraftar arkadaşlarımın olduğunu görmek beni daha da mutlu etti.

    YanıtlaSil