22 Aralık 2015 Salı

TÜRK FUTBOLUNUN TÜMÖRÜ: MAGANDILIĞI MARİFET SAYMAK


Evet, tamam doğru lise yıllarımda yüze tüküren Filipescu'yu da zaman zaman hırçınlığın tadını kaçırıp boğaza sarılan Hagi'yi de hem hormonların hem de empoze edilen fanatizmin etkisiyle çocukça savundum. Ama bunlar lise yıllarıydı, yaş 15-16 idi.
 
Ülkede futbola bakış tıpkı bu yaşlarını yaşayan bir çocuğunkine eş olunca çıkan gür ses olgunluğunu yaşayan bir adamınki gibi yıkıcı, incitici bir o kadar da irrite edici oluyor.
 
Burada defalarca yazdım sanırım. Melo ve benzeri futbolcuların dışlanması bir sezonun sonunda gönderilmesi gerektiğini. Kulüpler ve yöneticiler pragmatizmin doruğundalar amenna. Yahu taraftarın büyük bölümü hâlâ liseli mi ?
 
Başkan yanıldık, kandırıldık gibi açıklamalar yapıyor. Ah ben Melo'yu göndermeyecektim falana getiriyor. Be adam takım arkadaşını odaya kilitleyip hastanelik eden, her yaz kampı öncesi nazlanıp diğerleri ter dökerken yatış yapan adam, kulübün imajını saha içindeki magandalıklarıyla ayaklar altına alan adam ilk sezonunun sonunda zaten gönderilmemeli miydi ? Buradan kendisine ılımla bakan tüm yönetici ve teknik adamlara selamlarımı gönderiyorum. (Aysal, Terim vb.)
 
Hal böyleyken Melo'yu göndermesi üzerinden Hamzaoğlu'na hâlâ laf çakmak lise yıllarını yaşayan ben zavallıya layık olurdu. Şükür ki futbolun farklı noktalarından zevk alabilmeye başladım, yazık ki kendi ülkemin futbolundan ve onu oluşturan tüm unsurlarından tiksinir hale geldim.
 
Türk futbol dünyasının bu yüz kızartıcı  örneği elbette salt Melo değil.  Özellikle 90'ların ardından -ki eminim öncesinde saha içinde camialara yakışmayan futbolcular tek tük de olsa vardı- ülke tribünlerinde şiddete ve arma yalakalığına prim verme sendromu arttı. Baba Hakkıların, Metin Oktayların, Lefterlerin beyefendi kimliklerinin yerini popüler kültür ürünü -aslında çoğumuz gibi- değerleri pek de önemsemeyen bireycikler aldı. Bu sosyolojik gerçeği kabullensem de futbol camialarını yöneten sözde büyüklerin ikircikli kararlarını, 100 yıllık kulüplerin kurucu felsefelerini hiçe sayan hareketleri tolere eden yöneticilerini kanım almıyor. İşin kötü tarafı magandalığın sahadan kulüp yönetim binalarının odalarına siyaret ettiği gerçeğini görmek oluyor.

14 Aralık 2015 Pazartesi

O ESKİ HALİNDEN ESER YOK ŞİMDİ: LAZİO

Pek çok Galatasaraylının İtalya'da tuttuğu takım Roma'dır sanıyorum. Renk fetişizmi hepimizi sarıyor. Ben de İtalya'da Roma'ya gönül vermişlerdenim. Salt sarı ve kırmızı değil tabii beni Roma hayranı yapan. Zamanında Montella, Batistuta, Aldair ve tabii ki Totti ve daha pek çok yıldız benim İtalya'nın bu yedi kız kardeşinden birine hayran olmama vesile oldu. Kendimizi bilmeye başlayalı beri Lazio'nun hem Roma şehrinin kötü çocuğu olması hem de taraftarının ırkçı yaklaşımları bizi Roma'ya daha da yaklaştırdı. Galatasaray tarihini 2000 öncesi ve sonrası diye ikiye ayırdığımızda son 15 yılda üçüncü kez karşılaşacağız Lazio'yla. İlki 2001'de 11 Eylül saldırılarının olduğu gün Sami Yen'deki maçtı. Efsane Nesta'lı, Simeone'li, Fiore'li, Mendieta'lı kadrosuyla Sami Yen'de 1-0 yenilgiyi tattırmıştık onlara. Galatasaray o yıl tüm yıldızlarını elden çıkarmış, perişan bir takımken bile ŞL'deki ikinci gruplara kalmayı becermişti.
 
O köprülerin altından çok sular aktı geçti. Bugün gelinen noktada Lazio ve İtalya futbolu o yılları, o ihtişamı, o futbolcu kalitesini mumla arıyor. İtalya Ligi İngiltere Premier Lig'ten sonra gelen bir lig iken bugün adı Alman ve Fransız liglerinden sonra anılıyor. Lazio da haliyle bu durumun bir parçası. Ligde 6 galibiyet 1 beraberlik ve 8 mağlubiyetle 13. sırada yer alıyor. Tam bir yıkılmışlık hali. Muhtemelen hoca değiştirme yoluna gidecekler ki adaylardan biri de Hamzaoğlu. Şubat 18'e daha çok var belki ancak Lazio bu görüntüsüyle fena sayılmayacak bir kura oldu. Adına şanına baktığınızda ürkebileceğiniz bir takım Lazio belki ancak neyse ki sahada şan, şöhret oynamıyor. Ben biraz da nostalji yapıp Rapid Wien'i arzulamıştım kaderde Lazio varmış. Galatasaray da iyi bir yıl geçirmiyor bu ortada ancak maç da ortada gibi. Galatasaray'ın kadro kalitesiyle şanssızlık belasına bulaşmadığı takdirde bir üst tura adını yazdırabileceğine inanıyorum. Hadi hayırlısı.

11 Aralık 2015 Cuma

BEN RAPİD WİEN'İ İSTİYORUM ÇÜNKÜ...

Avrupa'da yoluna devam eden takım sayısı 2. Bir taraftar olarak Galatasaray için Avrupa'da tur aramak, o heyecanı yaşamak keyifli olacak. Hep öyle olmuştur da zaten.
 
Ne yalan söyleyeyim Şampiyonlar Ligi'nin grup aşamaları bir tabu olmuşçasına beni sıkar. Bunda 90'lı yılların statüsü ile yıllarca son anda liderliği ya da ikinciliği kaçırmanın payı büyük. O dönemleri hatırlayanlar Galatasaray'ın travmatik gruptan çıkamama hikayelerini izleye izleye az kahrolmamışlardır. Benim için Bilbao deplasmanında Fatih Akyel'in hatasıyla alamadığımız bir puanın acı hatırası önemlidir mesela. Hagi'nin Sami Yen'de fizikötesi golüyle Bilbao'yu devirdiği ve grubun son maçında Basklıların öçlerini aldıkları sezondan bahsediyorum.
 
Benzer bir travmayı Milan ve Chelsea'nin grubunda olup da Milan'ı Sami Yen'de yendiğimiz sezon da yaşamıştık. Yerelde her şey muhteşem gidiyorken Avrupa'da hiçbir şey olmuyordu. 4 yıl üst üste grup aşamalarında çok üzülmüştük. Aynı sona hazırlanırken Milan galibiyeti bizi UEFA Kupası'na taşımıştı da sonrası efsaneyi doğurmuştu.
 
Şampiyonlar Ligi'nden Uefa'ya her geçiş o dönemi yaşayan Galatasaraylılarda aynı heyecanı yaratır. Bunu en son  2003-2004 sezonunda ŞL'den elenip Villareal'le karşılaşırken de yaşamıştık. O günden bu yana ilk defa ŞL'de üçüncülük alıp yola UEFA'dan devam ediyoruz.
 
2000 sonrası UEFA'da en büyük başarımız Atletico Madrid ile oynadığımız 3. tur maçları. Bunun ötesine geçebilmiş değiliz. Yine 2000 sonrasında ŞL'de iki çeyrek finalimiz var. Şu an kadro kalitesi olarak Avrupa Ligi'nde çeyrek final yapabilecek potansiyelimiz olduğuna inanıyorum. İşler yolunda giderse iki tur üst üste geçebileceğimizi düşünüyorum. İlk turda Rapid Wien'i isterim. Onlar bizi iyi tanırlar. UEFA kupası macerası 1999-2000'de onlarla başlamıştı, bakarsınız yine onlarla başlar ve sonuç aynı olur! 

4 Aralık 2015 Cuma

GALATASARAY'DA ŞAKA GİBİ İŞLER

 Galatasaray'da şaka gibi uygulamalar devam edeceğe benziyor. Dün, Hamzaoğlu'nun gidişi, Sneijder'in açıklamalarının medyaya yansıması, Semih'in arkadaşı hakkında atıp tutmaları diyorduk ya  bugün de altyapıda yetiştirip A takıma konan gel deyince gelen, git deyince giden futbolculuk kalitesi tartışılsa da bunca yıl kulübün çocuğu olmuş bir zât ile yapılan anlaşma bozulmuş, "senenin sonunda seni postalıyoruz hacı" maddesi sözleşmeye eklenmiş.
 
Keşke Sabri, bu değişim teklifini reddetseydi yönetim bundan yakınıp "bakın derdi imanı para" mesajını salsaydı ortama. Bari sosyal haklarını korumuş olurdu çocuk. Ama Sabri eskiden olduğu gibi peki diyerek bu talebi de kabul etti ve bir vefasızlığı yeniden ortaya koymuş oldu.
 
Bakın kulüp hem suçlu hem güçlü haliyle hangi açıklamayı yapmış: ''Profesyonel futbolcumuz Sabri Sarıoğlu ile şirketimiz arasında 1+1 sezon olarak imzalanan sözleşmenin, oyuncunun sezon içinde belli maç sayısına ulaşması halinde otomatik olarak uzama opsiyonu karşılıklı varılan mutabakat çerçevesinde iptal edilmiştir.
 
Altyapıdan yola çıkan, en zor zamanlarda kaptanlık pazubandını taşıyan ve her şart altında Galatasaray için terinin son damlasına kadar savaşan oyuncumuza, sergilediği Galatasaraylılık duruşundan ötürü teşekkür ederiz.
 
Kendisinin geçmişte olduğu gibi önümüzdeki dönemde da bu forma ve arma için elinden gelenin en iyisini yapacağına olan inancımız tamdır.''
 
Neymiş bu sözleşmeyi kabul ederek Galatasaraylılık duruşu sergilemiş. Yazık be! Resmen senenin sonunda gönderme işini garantiye aldık deseniz daha az öfkelenirdim. Kulüp değerlerini yerin dibine sokmak için daha hangi işleri yapacaksınız acaba, merakla bekliyorum ? 

3 Aralık 2015 Perşembe

SNEİJDER'İN ÇEVİRİSİ SEMİH KAYA'NIN İŞGÜZÂRLIĞI

Sneijder'in geçen günkü  açıklamasının ardından kafamdaki soru işaretleri de kalktı. Atletico maçından sonra çat pat İngilizce'mle dinleyip yorumladığım Sneijder'in Hamzaoğlu'na değil de genel olarak Türk futboluna ve futbol anlayışına salladığını sezmiştim. Tabii konuşmayı çeviren TRT spikeri arkadaş ve sonrasında çeviriyi yorumlayan bütün gazeteciler işlerine geldiği gibi oyuncunun Hamzaoğlu zamanından kalma kinini kustuğunu ilettiler. Her şeyi Türkiye usülü yaşadığımız gibi futbolu da ona göre yorumluyoruz.


Bir de Semih Kaya'nın Ntvspor'da yayımlanan programda Grosskreutz'un uyum sıkıntısıyla ilgili söyledikleri var. Açıkçası Semih'in sözleri yenilir yutulur cins değil. Sen aranıza yeni katılan bir arkadaşının uyum süreci için arkadaşına hiç destek olma (acaba iletişim kurabilmek adına yabancı dili var mı sevgili Semih'in) sonra kalk de ki 28-29 yaşındaki bir adam nasıl olur da ailesinden ayrı kalamaz. Bre sevgili hemşerim hiç mi kulüp tarihine dair bilgi sahibi değilsin ? Hakan Şükür'ün Torino'ya gittiği yıllar sanırım bebeydin de hiç mi anlatmadılar dağ gibi adamın 6 ay sonra ülkesine kaçtığını ? Hadi bunları da duymadın diyelim, kulübün bu adamın kafasındaki sıkıntıları unutturacak maç performansını dahi sağlayamamışken sen ne diye boyunu aşan cümleler kurarsın ? Sana mı kaldı destek olmadığınız bir yabancı futbolcunun sıkıntıları üzerinden atıp tutmak espri yapmak. Galatasaray futbol takımının takım olamadığının ispatıdır Semih Kaya'nın sözleri.

1 Aralık 2015 Salı

YOKLUĞUNDA ÇOK KİTAP OKUDUM: MELO

Galatasaray'da Melo sonrasında "yokluğunda çok kitap okudum, aradım neredesin nerede" edebiyatı yapılıyor. Melo'nun ayrılışından sonra geldiği günden bu yana hareketlerinden ötürü utanç duyduğum bu spordışı insandan kurtulduğumuz için adeta göbek attım. Benimçin Galatasaray takımını sahada 6-0 yenikken bile çirkefleşmeden görebilmek bir onur, kendine göre bir keyif. Buna katılan da oluyor katılmayan da amenna.

Gelelim Melo hazretlerinin orta sahamızda bu kadar etkili olup olmadığı meselesine. Çamur olsa da iyi bir defansif orta sahaydı Melo. Top kesiciliği, defansif özelliğinin yanı sıra hücuma olumlu paslarla katkı sunması da onun Galatasaray taktik düzeni içinde vazgeçilmez olmasını sağlamıştı. Geldiği sezondan itibaren istatistikleri aşağıdaki gibi arkadaşın:






 
Görüldüğü üzere geldiği ilk yıl coşmuş Melo (futbol olarak). Yanılmıyorsam kariyer rekoru ile skora katkı yapmış. Geldiği sezonun Fenerbahçe ve diğer takımların sudan çıkmış balığa döndüğü meşhur süreç sonrasına denk geldiğini belirtmekte fayda var. 12-13 ve 13-14 sezonları birbirine benzer istatistiklere sahipken Melo'nun bahsi geçen her kamp döneminde takıma geç katılıp krallar gibi ağırlandığını hatırlatmalı. Bu 3 sezonda adam dövmeden, rakibi ve taraftarı kasıtlı tahrike kadar bir sürü çirkeflik-çamurluk da cabası. Puanlardansa takımın imajı diyenlerdenim evet.
 
4. yıldızın geldiği son sezonda Galatasaray kariyerinin en düşük seviyesi gözlenmiş. Sakatlıkla da boğuştuğunu göz ardı etmezsek Melo'nun saha içindeki Galatasaray kariyerinin vasatın üstünde olduğunu söyleyebiliriz.
 
Peki Melo  İnter'de nasıl son hafta itibarıyla
 
 
Müdehalelerinde pek de başarılı görünmüyor. Faul yapma oranının fazlalığı ortada. Anlayacağınız defansif özelliklerini sahaya pek yansıtamamış. Buna rağmen pas dağıtabilme oranı neredeyse üst düzey. Bu da İnter'e katma değer sağlamış. Galatasaray'daki ilk sezonuna yakın bir istatistik an itibariyle. (atılan goller hariç) Kart görme potansiyeli herhalde kariyerinin hiçbir evresinde değişmemiştir Melo'nun. Bu da agresif karakteriyle açıklanabilir.
 
 
 
Melo, İnter'de fark yaratıyor mu diye soruyorsanız ben henüz takıma büyük katkı sağlamış diyemem. İnter'le sahaya çıktığı maçların tamamında -Fiorentina maçı hariç- takım 2 golün üzerinde yememiş. Bu da orta sahaya direnç kattığının göstergesi ancak bu gol yemeyiş yalnızca Melo katkısıyla da açıklanamaz gibi geliyor bana.
 

27 Kasım 2015 Cuma

DENİZLİ'NİN İŞİ ZOR

Denizli'nin işi zor. Bu zorluk Galatasaray'ın kötüye giden halini düzeltmeyle uğraşacak olmasından kaynaklanmıyor. Keza kurt teknik adam başına geçtiği tüm büyük takımlarda başarıyı öyle ya da böyle yaşamış, ne zaman ne yapabileceğini bilen biri. Ancak yanlış bilmiyorsam ilk defa böyle bir ara dönemin ardından Galatasaray gibi büyük bir camianın başına geçti. Ara dönemin nasıl geçtiği önemlidir: Denizli bu dinlenme döneminde her takım gibi Galatasaray'ı ve birçok oyuncuyu televizyon ekranlarında eleştirdi.
 
Takıma şirin görünmek adına tükürdüğünü yalayacak bir kişilik değil Denizli. Kaybedeceği pek fazla bir şeyinin olmayışı onu rahatlatabilir. Yine de önceden dile getirdiği bazı aksaklıklar-ki bunların menşei hakkında futbolcuları suçladı- oyuncular arasında huzursuzluğa neden olabilir. Pek tabii daha ne kadar huzursuzluk olabilir ki diyebilirsiniz, hak veririm. Ortaya koymaya çalıştığım şey Denizli'nin takıma ilişkin bağı olmayan bir teknik adama göre daha çok zorlanacağı.
 
Sabri, Umut, Yasin, Jose Rodriquez hocanın sezonun başından bu yana salladığı oyuncular arasındalar. Açıkçası sezon itibariyle sallanmayacak bir performans da sergilemediler. Hocanın kısa zaman içinde ne kadar mesafe kat edeceğini, yorumcuyken yaptığı yorumların ne denli başa kakılacağını zaman içinde göreceğiz.

25 Kasım 2015 Çarşamba

ADAM HAKLI BEYLER, DAĞILIN!

Dünkü maçın ardından Sneijder'in açıklamaları beni hiç şaşırtmadı. Zaten bildiğimiz şeylerin aktarılması oldu. Kimileri riyakar buldu açıklamaları, kimileri dobra bazısı hoca baştayken konuşsaydın ya dedi, kimisi aldığı paraya bakıp yatanlardansın sen de diye ekledi.
 
Sneijder'in taktik yok, çalışma yok sözleri o kadar çok şey yansıtıyor ki. Ülkedeki yerel çalışma gruplarının- hele ki sporda- müsabakaya, çatışmaya odaklı olduğu gerçeği ortaya çıkıyor. Sneijder'in az zaman önce "ayağına top gelen yarım saat düşünüyor" açıklaması da acı gerçeklerimize göz kırpıyordu ya neyse.
 
Önce" ısınma gereği duymadan hemen maça başlayalım, maçta da hurra kaleye gidelim, hurra geri dönelim" felsefesinin uygulandığı 2. sınıf bir futbol ülkesi olduğumuzu itiraf edelim kendimize. Pek az futbolcunun Avrupa'daki meslektaşları gibi fit, oyuna her daim hazır olmadığı gerçeğini daha dün Arda Turan'ın göbekten kasa evrilişinde görmedik mi, asla unutmayalım? Sneijder, Drogba, Ba, Persie gibi üst düzey topçuların ülkemizde ölüleriyle bile tozu dumana kattıklarına şahit olmuyor muyuz, bir düşünelim? Futbol ülkemizde var olalı beri yediğimiz gollerin yandan gelen ortalardan olduğu gerçeği gözümüze bir toz parçası gibi batmıyor mu, hadi sorgulayalım ? Önceki yıl liginde bidon seçilen bir adamın ülkemizde şov yapa yapa fiziğini konuşturduğunu, sözde takım için ölüp kırmızı kartlarla arkadaşlarını yalnız bıraktığını, orasıyla burasıyla  tribünlere oynayarak kalpleri fethettiğini unuttuk mu, hatırlayalım ?
 
Bu sözlerim "ne taktik becerisi kazandırdı ne kondisyon yükledi iyi oldu def oldu Hamza Hoca'cıları mutlu ettiyse kendileri hemen günde 30 paragraf sorusu çözerek işe başlasınlar. Hamzaoğlu'nun gönderilişindeki yanlışlığı işinin başında yaptığı hiçbir yanlış düzeltemez. Etik meselesinin kötü futbol, beceri eksikliği gibi mazeretleri olamaz.
 
Yazının başında da dedim ya Sneijder'in söyledikleri hiç de şaşırılacak şeyler değildi. Sanırım pek çoğumuz zaman zaman böyle çıkışlar yapan Avrupalı topçuların eleştirileriyle hiddetlenecek, gerçekleri görmeyi reddedeceğiz. Ben ümidimi yitirmiyorum. İlgilenenlerin sosyo ekonomik durumlarının biraz daha farklı olduğunu kabul ettiğim voleybolda dünya devleri arasında oluşumuzla avunuyorum. Neden diyorum benzer bir organizasyon ve çalışma anlayışı futbolumuzda da gün gelip hakim olmasın. Bekleyelim belki de göreceğiz.
 
 
 
 
 
 
 
 

23 Kasım 2015 Pazartesi

NASIL REZİL BİR SON ?

Galatasaray yönetimi an itibarıyla Mustafa Denizli ile prensipte anlaşmaya vardığını açıkladı. Şimdi sosyal medyada, bloglarda ve pek tabii yazılı ve görsel basında ölenle ölünmez düsturuyla Hamzaoğlu süreci rafa kaldırılacak ve taze haber candır felsefesine yaslanarak Denizli'den beklentiler dile getirilecek.
 
İşin kötü yanı Hamzaoğlu'nun gidişine isyan eden herkes-ben de dahil olmak üzere- duruma alışacak yeni sportif başarıların beklentisi içinde olacağız.
 
Birkaç kelime ile "lanet olsun" böyle bir spor ortamına.  Tribünlere milyon dolarların kinini sokanlara, bitmek tükenmek bilmez tüketim çılgınlığına tarihi camiaları dahil edenlere iki kere lanet olsun.
 
Biz yalnızca kupa değil, altyapısından yetişmiş sporcularıyla kupa isteriz, gerektiğinde toplumsal duruşu ile kupasızlığa da tahammül ederiz diyenler birleşmeliyiz bence. Kaç kişiyiz acaba ? Gerçi bizden takımları şirketlere satılmış, şanlı tarihleri ve duruşları çiğnenmiş  AFC Wimbledon ya da FC United gönüllüleri  bir iki  grup  çıkıp takım kuracak da bir kültür de yok ya! Ah ah, bu lanet düzen içerisinde bakalım neler yapacak Mustafa Denizli diyenlerin arasında gizlenmeye devam edebiliriz.
 
Peki ne yapacak Denizli ?. Denizli kurt bir teknik adam. Ağırlığı olan tabiri caizse Türk futbolunun "papaz"larından. Söz geçirişi Terim'den aşağı kalmaz ha. Öyle Hamzaoğlu'na atar gider yapan Burak'lar, Emre Çolak'lar bir kere daha düşünürler kenara gelirlerken. Kaybedecek bir şeyi olmayan bir teknik adam Denizli. Kendisi de belirtmiş yolun sonunda. Geçen yıl Hamzaoğlu'nun yarattığına benzer bir etki yaratabilir takımın üzerinde. Son on yılda yeni teknik direktörle kalan kısmı tamamlama deneyimini çok yaşadı Galatasaray. Bunun Hagi ya da Mancini gibi hayakırıklığı ile bitenleri de var Hamzaoğlu gibi mutlu sonlananları da.
 
Bakalım , büyük gururların, şahane başarıların fitilini ateşleyen bu İzmir efsanesini nasıl rezil bir son bekliyor ? Tribünlerin def ol git deyişlerine mi, yönetimin fişini çekmesine mi maruz kalacak Denizli ?
 
 
 
 

19 Kasım 2015 Perşembe

ETİK YİNE KAYBETTİ

 
Son yazımı 23 Eylül 2013'te paylaşmışım. İşin ilginç yanı bu son yazı da Galatasaray Spor Kulübü'nün değerlerini yitirmesine ilişkin. Hem de yine bir teknik direktörün görevine son verilmesine dair bir kararla.
 
Bundan iki yıl önce Fatih Terim'i gönderen yönetim başkaydı. Fatih Terim ile başkan arasında yaşanan ego savaşında Terim'in payına düşen suçları sıralamış, her şeye rağmen kulübün kurucu gücünü oluşturan etiğe ters işlerin ısrarla yapıldığını dile getirmiştim.
 
Hamzaoğlu olayının da farklı olduğu kanaatinde değilim. Türk futbolunun 90'lar itibariyle endüstriyel futbolun bir parçası olması, kulüp başkanlarının -Seba, Canaydın gibi istisnalar hariç- geçmişin amatör ruhundan uzak mafyavari kişilikleri bugünkü tablonun en azından bir bölümü açıklayabilir.
 
Futbol üzerine düşünen, fikrini beyan eden herkese saygım var elbette ancak ben futbola yalnızca ânı düşünerek bakınca keyif alamıyorum. Ânı düşündüğümüzde Hamzaoğlu'nun bu takımda beş dakika durmaması gerekiyor. Ânı düşündüğümüzde hiçbir teknik adam bir aydan fazla kulüplerinin başında duramaz.
 
Peki ne oldu da geçtiğimiz yıl yine başarısızlık sonunda ligin henüz başında göreve getirilen ardından ligin neredeyse yüzde 75'inde takımın başında olup ülkedeki tüm kupaları kazanan teknik direktörün görevine 3 dakikada son verildi ? Burada verilecek tek yanıt beni tatmin eder. Kulüp hiyerarşisine aykırı hareket.
 
Buradan teknik direktörün kulüp değerleriyle örtüşmeyecek hareketleri vardı demeye getiriyorum. Ancak böyle bir şey yoksa hiç kimse zamanında futbolcu olarak görev yapmış, ülkenin parlayan teknik direktörleri arasına girmiş, sakin, saygılı kişiliği ile kulübü gönendiren bir adamı senin henüz başında Galatasaray kulübünden sırf egoları zarar görüyor, sırf sosyal medyada tepki alıyor diye gönderemez.
 
Takım içerisinde otorite kuramamak, bazı futbolcuların disiplinsiz davranışlarını gerektiği gibi cezalandıramamak durumlarını ve taktik zaaflarını ayrı bir yazıda tartışabileceğimiz Hamzaoğlu, Galatasaray'ı ve Türk futbolunu çoktan beri esareti altına alan endüstriyel futbolun son kurbanı olmuştur. Bu tatminsizliğin ne yazık ki taraftarın da büyük bölümüne yansıdığı kanısındayım. Anlayacağınız, kulübüne 30 yıl hizmet etmiş bir Totti'nin, hocaların hocası diye adlandırılabilecek bir Alex Ferguson'un ülkemiz futbolunda çıkma, kulüplerinin bayrak adamı olma olasılığı artık neredeyse sıfırdır.
 
İcraatleri ve mevcut sisteme dirençleriyle Altınordu futbol kulübünü bundan ayrı tutuyorum.