Andorra maçı ve dünkü zaferle
bizleri sevince boğan milli takımın tatmin edici mücadelesini ve başarısını
murdar edip “Ağız tadıyla da bir sevinemeyecek miyiz arkadaş ?” diyenleri
karşıma almak değil amacım. Maç ve galibiyetten öte yapılan açıklamalara dikkat
çekmek benim takıntılı fikir dünyamın bir oyunu mu ne yazık ki bilemiyorum.
Avcı döneminin biterek Terim
döneminin başlaması üzerine hiç görüş bildirmedim. TFF’nin başında yer alan
insanın futbola dair ufkumuzu genişletecek hiçbir düşünceye sahip olmadığına
inanmam bunda etkili oldu. Terim’in 4 maç kala hem Galatasaray’ı hem de milli
takımı çalıştırması üzerine de fazla yorum yapmaya gerek olmadığı kanaatine
vardım çünkü kendisinin deyimiyle işin içinde “Bir bayrak meselesi” vardı.
Dünkü galibiyetle elbette ki
sevindik ve bir futbol karnavalının içinde olabilme hayaline kapıldık. Kuşkusuz
dün geceki galibiyette Terim’in taktiksel bilgi birikiminin, futbolcunun
dilinden anlayışının ve pek tabii oyuncu tercihlerinin payı büyüktü. Sonuçta
son 4 maça gelindiğinde neredeyse yok olan ümitlerimiz ateşlenmiş oldu.
Hoşuma gitmeyen 2 şey var sürece
dair. Bunlardan biri futbola hamasetin karıştırılması ve tabii ki Türk
sporcusunun kendisini yöneten kişilere bakışı.
Fatih hocanın hem göreve gelirken
hem de maçlar sonrasında yaptığı “İşin ucunda milli marş vardı, bayrak devreye
girince akan sular durur” gibi söylemlerinde samimi olduğunu tahmin ediyorum. Yani
duygularının içten oluşundan neredeyse kuşkum yok ancak bu tip söylemlerin Türk
futbolundan çok şey götürdüğü, sporcuları ve camiaları olumsuz etkilediği
ortada. (Gerçi hepsi aynı kafada ya neyse) Sonuçta sadece bir spor
organizasyonu, bir eğlence futbol. Bu
tip söylemler bir taraftan bazı insanların tüylerini diken diken ederken diğer
taraftan hem sözün sahibini hem de söz sahibinin meslektaşlarını büyük bir
baskı altında bırakıyor. Sözlerin sahibini spor arenasında milli spor camiası
aleyhine yapılmış her hatalı hareket “Hani her şey bayrak içindi, yaptığın
davranış milli onurumuza zarar vermedi mi?” gibi sorularla muhatap edebiliyor.
Anlayacağınız çok da insani sayılabilecek bazı hatalar gün geliyor böyle
söylemlere sahip insanların başını yakabiliyor.
Bu tip açıklamaların ardından sakatlığı olan bir futbolcunun milli maça
çıkmaması, herhangi bir sebeple milli takımdan affını isteyen futbolcuların
vatan haini ilan edilmesi vb. gibi saçma sapan durumlar yaşanabiliyor.
Anlayacağınız kendi dünyasında samimi olduğunu düşündüğüm davranış ne Türk
sporunun ruhen amatör kalmasına katkıda bulunuyor ne de dünya standartlarında
profesyonel bir anlayışa geçmemizi sağlıyor.
Hoşuma gitmeyen diğer nokta Türk
futbolcusunun kendisini yönetene karşı tutumu. Bu durumu sadece futbolcu
bazında değerlendirmenin ne kadar faydasız olduğunun farkındayım. Tam anlamıyla
Türk gencinin lider algısı perspektifinde pek çok etkeni düşünerek çok boyutlu değerlendirilmesi gereken bir
tutum bu. Bunu Aykut Kocaman, Ersun Yanal, Rijkaard ve son olarak Abdullah Avcı
örneklerinde gördük. Çok değerli teknik adamlardı bunlar ve hepsi de taktik
bilgilerinin enginliğine karşın ellerindeki futbolcularla profesyonelce bir
diyalog kuramadılar. Bu teknik adamlardan en başarılısı Aykut Kocaman oldu sanırım
onun da benzeri bir ortamda yetişmesi kısmi başarısında etkili oldu. Diğer
isimlerin bunca başarısız olması Türk futbolcusunun lider algısı ile ilgili
tabii ki. Türk futbolcusu üzerinde tam anlamıyla hakimiyet kuran, tatlı sert
babacanlığı ile gönül alan, hiçbir hatalı hareketi cezasız bırakmayan, sözün
kısası dirayetli bir lider arıyor. Biraz bıçkın biraz kabadayı bir profil
aşırıya kaçmadıkça ideal oluyor. Anlayacağınız Türk futbolcusunun gözünde
akademi mezunu, Barçayı Reali yönetmiş adamlar olmanızın zerre değeri yok. Del
Bosque’yi, Luis Aragones’i bir düşünün. Bir de Almanya çıkışlı akademik
kariyerli Yılmaz Vural’ı bir aklınıza getirin. Burada “Teknik adamlar da kendilerini Türk
futbolcularına göre ayarlasın, bu adamlar böyle işte” yargısını ortaya atanlar
olabilir pek tabii. Kısa vadede başarı getirecek gibi gözüken bu tavrın Türk
futbolunda her zaman Fatih Terimler, Mustafa Denizliler yaratma zorunluluğu
doğuracağını bunun da ülke genelinde başarı sürekliliğine imkan vermeyeceğini
düşünüyorum. Anlayacağınız Türk futbolcusunun bu çatık kaşlı mahalle mektebi
arayışından hiç hoşlanmıyorum.
Bütün bunlara rağmen dünya
gözüyle sadece bir tane dünya kupasını keyifle izleyebilmiş bizlere 2 ümitli
maç bırakan futbolculara ve teknik ekibe teşekkür ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder