11 Eylül 2013 Çarşamba

FUTBOL HAMASETİ

Andorra maçı ve dünkü zaferle bizleri sevince boğan milli takımın tatmin edici mücadelesini ve başarısını murdar edip “Ağız tadıyla da bir sevinemeyecek miyiz arkadaş ?” diyenleri karşıma almak değil amacım. Maç ve galibiyetten öte yapılan açıklamalara dikkat çekmek benim takıntılı fikir dünyamın bir oyunu mu ne yazık ki bilemiyorum.

Avcı döneminin biterek Terim döneminin başlaması üzerine hiç görüş bildirmedim. TFF’nin başında yer alan insanın futbola dair ufkumuzu genişletecek hiçbir düşünceye sahip olmadığına inanmam bunda etkili oldu. Terim’in 4 maç kala hem Galatasaray’ı hem de milli takımı çalıştırması üzerine de fazla yorum yapmaya gerek olmadığı kanaatine vardım çünkü kendisinin deyimiyle işin içinde “Bir bayrak meselesi” vardı.
Dünkü galibiyetle elbette ki sevindik ve bir futbol karnavalının içinde olabilme hayaline kapıldık. Kuşkusuz dün geceki galibiyette Terim’in taktiksel bilgi birikiminin, futbolcunun dilinden anlayışının ve pek tabii oyuncu tercihlerinin payı büyüktü. Sonuçta son 4 maça gelindiğinde neredeyse yok olan ümitlerimiz ateşlenmiş oldu.

Hoşuma gitmeyen 2 şey var sürece dair. Bunlardan biri futbola hamasetin karıştırılması ve tabii ki Türk sporcusunun kendisini yöneten kişilere bakışı.

Fatih hocanın hem göreve gelirken hem de maçlar sonrasında yaptığı “İşin ucunda milli marş vardı, bayrak devreye girince akan sular durur” gibi söylemlerinde samimi olduğunu tahmin ediyorum. Yani duygularının içten oluşundan neredeyse kuşkum yok ancak bu tip söylemlerin Türk futbolundan çok şey götürdüğü, sporcuları ve camiaları olumsuz etkilediği ortada. (Gerçi hepsi aynı kafada ya neyse) Sonuçta sadece bir spor organizasyonu, bir eğlence futbol.  Bu tip söylemler bir taraftan bazı insanların tüylerini diken diken ederken diğer taraftan hem sözün sahibini hem de söz sahibinin meslektaşlarını büyük bir baskı altında bırakıyor. Sözlerin sahibini spor arenasında milli spor camiası aleyhine yapılmış her hatalı hareket “Hani her şey bayrak içindi, yaptığın davranış milli onurumuza zarar vermedi mi?” gibi sorularla muhatap edebiliyor. Anlayacağınız çok da insani sayılabilecek bazı hatalar gün geliyor böyle söylemlere sahip insanların başını yakabiliyor.  Bu tip açıklamaların ardından sakatlığı olan bir futbolcunun milli maça çıkmaması, herhangi bir sebeple milli takımdan affını isteyen futbolcuların vatan haini ilan edilmesi vb. gibi saçma sapan durumlar yaşanabiliyor. Anlayacağınız kendi dünyasında samimi olduğunu düşündüğüm davranış ne Türk sporunun ruhen amatör kalmasına katkıda bulunuyor ne de dünya standartlarında profesyonel bir anlayışa geçmemizi sağlıyor.

Hoşuma gitmeyen diğer nokta Türk futbolcusunun kendisini yönetene karşı tutumu. Bu durumu sadece futbolcu bazında değerlendirmenin ne kadar faydasız olduğunun farkındayım. Tam anlamıyla Türk gencinin lider algısı perspektifinde pek çok etkeni düşünerek  çok boyutlu değerlendirilmesi gereken bir tutum bu. Bunu Aykut Kocaman, Ersun Yanal, Rijkaard ve son olarak Abdullah Avcı örneklerinde gördük. Çok değerli teknik adamlardı bunlar ve hepsi de taktik bilgilerinin enginliğine karşın ellerindeki futbolcularla profesyonelce bir diyalog kuramadılar. Bu teknik adamlardan en başarılısı Aykut Kocaman oldu sanırım onun da benzeri bir ortamda yetişmesi kısmi başarısında etkili oldu. Diğer isimlerin bunca başarısız olması Türk futbolcusunun lider algısı ile ilgili tabii ki. Türk futbolcusu üzerinde tam anlamıyla hakimiyet kuran, tatlı sert babacanlığı ile gönül alan, hiçbir hatalı hareketi cezasız bırakmayan, sözün kısası dirayetli bir lider arıyor. Biraz bıçkın biraz kabadayı bir profil aşırıya kaçmadıkça ideal oluyor. Anlayacağınız Türk futbolcusunun gözünde akademi mezunu, Barçayı Reali yönetmiş adamlar olmanızın zerre değeri yok. Del Bosque’yi, Luis Aragones’i bir düşünün. Bir de Almanya çıkışlı akademik kariyerli Yılmaz Vural’ı bir aklınıza getirin.  Burada “Teknik adamlar da kendilerini Türk futbolcularına göre ayarlasın, bu adamlar böyle işte” yargısını ortaya atanlar olabilir pek tabii. Kısa vadede başarı getirecek gibi gözüken bu tavrın Türk futbolunda her zaman Fatih Terimler, Mustafa Denizliler yaratma zorunluluğu doğuracağını bunun da ülke genelinde başarı sürekliliğine imkan vermeyeceğini düşünüyorum. Anlayacağınız Türk futbolcusunun bu çatık kaşlı mahalle mektebi arayışından hiç hoşlanmıyorum.

Bütün bunlara rağmen dünya gözüyle sadece bir tane dünya kupasını keyifle izleyebilmiş bizlere 2 ümitli maç bırakan futbolculara ve teknik ekibe teşekkür ediyorum.   


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder