Bazen
kelimeler kifayetsiz kalabiliyor. Futbol hayatının en verimli çağında genç bir
futbolcu taraftarın –büyük bir ihtimalle
galiz denebilecek seviyede- küfürlerine dayanamayarak gözyaşları içerisinde
sahayı terk edebiliyor. Volkan’ın oyunu terk etmesi üzerine yarın pek çok köşe
yazarı ağabeyimiz kınamalar yollayacak, pek çok futbol magazin(!) programında
mahallemizin bıçkın, delikanlı yorumcuları durumu lanetleyen komik sözler
edeceklerdir. Tabii dikkati üzerinde toplamak isteyenler de olacak ve “Ya profesyonel
futbolcu tribünlere kulak asar mı, sen işini yap, milyon dolarlar alıyorsun”
diyerek Volkan’ı eleştirecektir.
Bu
olaylara bu şekilde yaklaştığımız ve sporun ruhuna uygun bir sistemi getirecek
devrimi gerçekleştiremediğimiz sürece bu ve buna benzer tribün
magandalıklarını, sporcu yitirişleri daha çok yaşayacağız.

“Endüstriyelleşen
futbol dünyasında yılda en az 50 gol atan C.Ronaldo’nun Bernabau’da
yuhalandığına tanık oluyoruz, Volkan Şen’e yapılan ne ki?” diyebilirsiniz. Türk
futbolu da o iğrenç Endüstriyel Futbol çarkının belki de en önemli
parçalarından biri. Ancak her alanda olduğu gibi futbolda da yanlış olanı en
uçlarda yaşıyoruz. Buna yozlaşmışlık adı veriliyor.
Evet, bundan bir
iki yıl önce İngiltere Championship’te 20 yaşındaki bir genç kaleci “Bu oyundan
ve mentaliteden çok sıkıldım” diyerek futbolu bırakmıştı. Evet, takımlarının
her şeyi olabilen bazı futbolcular dahi arenalarda göbeğini kaşıyarak “Eğlence
istiyoruz!, dahasını, dahasını istiyoruz” diye hönküren sürüler tarafından yuhalanabiliyor ancak
futbolun o seyir zevkini, heyecanını yaşamayı arzulayan bir güruh hala ayakta
ve o güruh bir futbolcunun göz yaşlarıyla sahayı terk etmesine katlanamıyor.
Volkan Şen’i
gözyaşları içerisinde saha kenarına götüren psikoloji neydi tam olarak bilemeyiz
çünkü çalıştığımız şirkette işimizi yaparken yanımıza gelen tüketici “Lan ben
senin yapacağın işin ta …., senin ananı, avradını……” demiyor. Milyon dolarlar
aldığınızı düşünün ve her iş günü onlarca yüzlerce müşterinin her hatanızda
size bunları söylediklerini tasavvur edin. Bence defalarca istifanın eşiğine
gelirdiniz.
Endüstriyel
futbol, tüketen ve tatmin olamayan taraftarı da beraberinde getirdi buna hiç
şüphe yok. Dünya liglerinden amatör ruha özgü haberler aldığımızda “Vay beee”
nidalarıyla “O ruh hala yaşıyormuş.” dediğimiz anlar oluyor. Bir diğer gerçekse
şu ki: Türkiye’de endüstrileşen futbol ve tribünler 2000 sonrasında kendini
daha da çok hissettiriyor. İşin kötü yanıysa sistem içerisinde en çok dönüşenin
futbolcular değil seyircilerin oluşu oluyor. Bu çok da sempatik olmayan güruh tribünlere
adım attığında sadece ve sadece tatmin olabilmeyi arzulayan, bu yolda her şeyi
mübah gören, bu anlamda belki de 90 dakika boyunca en iç acıtan küfürleri
edebilen insanlara dönüşüyor. Bunu hemen her tribünde görüyorsunuz. Çok
uzaklara gitmeye gerek yok! Tugaylar, Okanlar’dan sonra altyapıdan bir armağan
gibi büyüyen Arda Turan’a bir iki başarısız maçtan sonra edilen küfürler hala
akıllarda. Aynı manzaraları defalarca Beşiktaş ve Fenerbahçe tribünlerinde de
gördük. Volkan Şen’e yapılanlar şaşırtmadı belki ama sistemi bazılarımıza yeniden
sorgulattı.
Pek çok branşta ve
sektörde olduğu gibi futbolumuzda da işleyişin devrimle yenilenmesinin büyük
felaketlere gereksinim duyduğunu düşünürsek, bırakın devrimi Volkan’ın
bazılarımızı yaralayan o göz yaşlarının sistemin çarklarını ıslatamayacağını
görebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder