Şike ya da
teşvik üzerine düşüncelerimi değil de futbol hafızama dair detaylı bir yazı
yazmayı düşünüyordum. Sağlık olsun, bir vesile bana bu yazıyı yazdırdı. Şike ya
da teşvik gibi kavramlar hakkındaki söylemlerimde zaman zaman tutkularım
mantığımın önüne geçse de olaylar hakkında durduğum noktadan son derece
memnunum ve bu durduğum noktanın doğru olduğunu düşünüyorum.
Daha öncesine ilişkin gözlerimde futbola dair silik de olsa
kareler, kulaklarımda futbola ilişkin duyulur duyulmaz tezâhüratlar olsa da futbol
bilincimin uyanışı 90’lı yılların hemen başına tekâbül eder. Şike ya da teşvik
söylemlerinin hafızamdaki ilk örnekleri 93’teki 8-0’lık meşhur
Galatasaray-Ankaragücü maçına dairdir. Bu maç öncesinde bir hafta boyunca dönen
haberleri duymaktan öte mahallemizde hayli tutkulu bir Beşiktaş taraftarı olan
rahmetli bir amcamızın yorumlarını ilgiyle
dinlediğimi, söylediklerinin çıkıp çıkmayacağını merakla beklediğimi hatırlarım.
Maç o haftaki yorumların doğrultusunda bitmişti ve Galatasaray kendisine
yarayan 8 golü Ankaragücü kalesine göndermişti. O çocuk aklımla deliler gibi
sevinsem de işin çok da normal olmadığını düşünmüştüm hala da öyle düşünüyorum.
Bugün, o yılların konjonktürü düşünüldüğünde işin üzerine gidilmeyişini de anlamlandırabiliyorum.
Sonraki şike
söylemlerinin had safhaya çıktığı yıllarda olaylara aklım daha çok eriyordu.
Kulağımda radyo Üçyol dolaylarından evime dönerken İstanbulspor-Galatasaray
maçını heyecan içinde dinliyordum. Maç çok kritikti ve 1-1 bitmek üzereydi. Uzatmaların
son saniyeleri yaşanırken maça artık bitmiş gözüyle bakıyor, şampiyonluğun
gittiğini düşünüyordum. Maçın hakemi Vahap Beyaz’ın ilginç düdüğü maçın
bitişini değil penaltı noktasını gösteriyordu. O maçın görüntülerini eve gelip
izlediğimde 93’teki duyguları hissetmiş, doya doya kutlayamamıştım
şampiyonluğu.
Başta da
söylediğim gibi zaman zaman tutkuların ve yenme hırsının sağduyuya egemen
olduğu anlar yaşıyor insan ve durumları öyle düşünmese de biraz daha farklı
ifade edebiliyor. Tutkularının mantığını tamamıyla ele geçiremediği,
söylediğime benzer durumlar yaşayan hemen her takımdan pek çok insan tanıyorum.
Tabii fanatizmi iliklerinde yaşayanları da. Sağduyu egemen olduğunda şükür ki az önce
bahsettiğim arkadaşlarımla futbolun doğruları konuşulmaya başlanıyor. Bu
futbol sevdalılarının, ben nasıl ki Vahap Beyaz’ın penaltısı sonrası şampiyonluk
sevincini tam yaşayamamış ya da daha bu yıl saçma sapan bir penaltı sonrası
Drogba’nın golü kaçırmasını arzulamışsam, benzer durumların yaşandığı kendi
maçlarında aynı duyguları yaşadıklarına,
aynı dilekleri dilediklerine adım gibi eminim. (en azından öyle umuyorum)
Yukarıda
belirttiğim şüpheli vakalar üzerinden uzunca bir zaman geçmesine rağmen
aydınlatılabiliyor ve suçluları varsa cezaları verilebiliyorsa en çok sevinenlerden
biri ben olurum. Bu durum, 89’daki Monaco maçından sonra beni elimde bayrak,
dilimde şarkılar sokaklara döken, o günden beri renklerine sevdalı olduğum Galatasaray’ıma
duyduğum sevgide küçücük bir değişime neden olmayacaktır. Keza varsa bu tip
işlere girişen insanlar, kulüplerin asil isimlerini ve işlere bulaşmayan
oyuncuların alın terlerini ve pek tabii benim gibi düşünen “güzel”
taraftarların saf sevgililerini asla kirletemezler.
Aynı şeyleri
Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın şike iddiaları ortaya atıldığında da düşünüyordum.
Doğruyu söylemek gerekirse büyük bir yaygaranın kopmadığı, şike ya da teşvik
iddialarının ön plana çıkmadığı bir sezonun sonunda böylesine bir operasyon
herkes gibi beni de şaşırtmıştı. Süreç net olarak tamamlanmadığından sürece
dair net şeyler söylemek olanaksız ancak bir gerçek var ki o da bu tarz işlerin
yapıldığı kanıtlansa da kulüplerin taraftarlar gözündeki değeri
değişmeyeceğidir.
Bundan önceki yazılarımı takip edenler bilir,
ne yazık ki pek çok konuda olduğu gibi ülkede var olan spor kültürünün ve ahlâkının zayıflığından,
sıkıntılı yapısından dem vuruyorum sürekli. “Eh işte bu oyuna ve renklere sevdalıyız,
hafızamıza birkaç güzel hareket, birkaç ilginç ayrıntı ilişsin diye izliyoruz
hala” diyorum. Güzel örnekleri sunarak “şöyle idol futbolcular, şöyle bir kulüp
kültürü, şöyle bir taraftar profili arzuluyorum” diyorum. Bundan böyle de bunları istemeye,
işaret etmeye devam edeceğim. Arzum, zor olduğunu bilsem de, Galatasaray
taraftarının genelinin de bu çizgide hareket edebilmesidir. Evet, biliyorum
karşı karşıya geldiğimizde yine renklere olan tutkumuz anlık, mantık dışı
söylemleri dilimizin ucuna getirecek, birbirimizi taraftar psikolojisinin
etkisiyle yargılayacağız belki ancak
bazılarımız birkaç dakika sonra vicdanlarımızın dediğini dinlemeye devam
edeceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder