17 Temmuz 2013 Çarşamba

RENK SEVDASI VE SAĞDUYU


Şike ya da teşvik üzerine düşüncelerimi değil de futbol hafızama dair detaylı bir yazı yazmayı düşünüyordum. Sağlık olsun, bir vesile bana bu yazıyı yazdırdı. Şike ya da teşvik gibi kavramlar hakkındaki söylemlerimde zaman zaman tutkularım mantığımın önüne geçse de olaylar hakkında durduğum noktadan son derece memnunum ve bu durduğum noktanın doğru olduğunu düşünüyorum.
 Daha öncesine ilişkin  gözlerimde futbola dair silik de olsa kareler, kulaklarımda futbola ilişkin duyulur duyulmaz tezâhüratlar olsa da futbol bilincimin uyanışı 90’lı yılların hemen başına tekâbül eder. Şike ya da teşvik söylemlerinin hafızamdaki ilk örnekleri 93’teki 8-0’lık meşhur Galatasaray-Ankaragücü maçına dairdir. Bu maç öncesinde bir hafta boyunca dönen haberleri duymaktan öte mahallemizde hayli tutkulu bir Beşiktaş taraftarı olan rahmetli bir amcamızın yorumlarını ilgiyle  dinlediğimi, söylediklerinin çıkıp çıkmayacağını merakla beklediğimi hatırlarım. Maç o haftaki yorumların doğrultusunda bitmişti ve Galatasaray kendisine yarayan 8 golü Ankaragücü kalesine göndermişti. O çocuk aklımla deliler gibi sevinsem de işin çok da normal olmadığını düşünmüştüm hala da öyle düşünüyorum. Bugün, o yılların konjonktürü düşünüldüğünde işin üzerine gidilmeyişini de anlamlandırabiliyorum.
Sonraki şike söylemlerinin had safhaya çıktığı yıllarda olaylara aklım daha çok eriyordu. Kulağımda radyo Üçyol dolaylarından evime dönerken İstanbulspor-Galatasaray maçını heyecan içinde dinliyordum. Maç çok kritikti ve 1-1 bitmek üzereydi. Uzatmaların son saniyeleri yaşanırken maça artık bitmiş gözüyle bakıyor, şampiyonluğun gittiğini düşünüyordum. Maçın hakemi Vahap Beyaz’ın ilginç düdüğü maçın bitişini değil penaltı noktasını gösteriyordu. O maçın görüntülerini eve gelip izlediğimde 93’teki duyguları hissetmiş, doya doya kutlayamamıştım şampiyonluğu.
Başta da söylediğim gibi zaman zaman tutkuların ve yenme hırsının sağduyuya egemen olduğu anlar yaşıyor insan ve durumları öyle düşünmese de biraz daha farklı ifade edebiliyor. Tutkularının mantığını tamamıyla ele geçiremediği, söylediğime benzer durumlar yaşayan hemen her takımdan pek çok insan tanıyorum. Tabii fanatizmi iliklerinde yaşayanları da.  Sağduyu egemen olduğunda şükür ki az önce bahsettiğim arkadaşlarımla   futbolun doğruları konuşulmaya başlanıyor. Bu futbol sevdalılarının, ben nasıl ki Vahap Beyaz’ın penaltısı sonrası şampiyonluk sevincini tam yaşayamamış ya da daha bu yıl saçma sapan bir penaltı sonrası Drogba’nın golü kaçırmasını arzulamışsam, benzer durumların yaşandığı kendi maçlarında aynı  duyguları yaşadıklarına, aynı dilekleri dilediklerine adım gibi eminim. (en azından öyle umuyorum)
Yukarıda belirttiğim şüpheli vakalar üzerinden uzunca bir zaman geçmesine rağmen aydınlatılabiliyor ve suçluları varsa cezaları verilebiliyorsa en çok sevinenlerden biri ben olurum. Bu durum, 89’daki Monaco maçından sonra beni elimde bayrak, dilimde şarkılar sokaklara döken, o günden beri renklerine sevdalı olduğum Galatasaray’ıma duyduğum sevgide küçücük bir değişime neden olmayacaktır. Keza varsa bu tip işlere girişen insanlar, kulüplerin asil isimlerini ve işlere bulaşmayan oyuncuların alın terlerini ve pek tabii benim gibi düşünen “güzel” taraftarların saf sevgililerini asla kirletemezler.
Aynı şeyleri Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın şike iddiaları ortaya atıldığında da düşünüyordum. Doğruyu söylemek gerekirse büyük bir yaygaranın kopmadığı, şike ya da teşvik iddialarının ön plana çıkmadığı bir sezonun sonunda böylesine bir operasyon herkes gibi beni de şaşırtmıştı. Süreç net olarak tamamlanmadığından sürece dair net şeyler söylemek olanaksız ancak bir gerçek var ki o da bu tarz işlerin yapıldığı kanıtlansa da kulüplerin taraftarlar gözündeki değeri değişmeyeceğidir.  

 Bundan önceki yazılarımı takip edenler bilir, ne yazık ki pek çok konuda olduğu gibi ülkede var olan  spor kültürünün ve ahlâkının zayıflığından, sıkıntılı yapısından dem vuruyorum sürekli. “Eh işte bu oyuna ve renklere sevdalıyız, hafızamıza birkaç güzel hareket, birkaç ilginç ayrıntı ilişsin diye izliyoruz hala” diyorum. Güzel örnekleri sunarak “şöyle idol futbolcular, şöyle bir kulüp kültürü, şöyle bir taraftar profili arzuluyorum”  diyorum. Bundan böyle de bunları istemeye, işaret etmeye devam edeceğim. Arzum, zor olduğunu bilsem de, Galatasaray taraftarının genelinin de bu çizgide hareket edebilmesidir. Evet, biliyorum karşı karşıya geldiğimizde yine renklere olan tutkumuz anlık, mantık dışı söylemleri dilimizin ucuna getirecek, birbirimizi taraftar psikolojisinin etkisiyle yargılayacağız belki  ancak bazılarımız birkaç dakika sonra vicdanlarımızın dediğini dinlemeye devam edeceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder