30 Ağustos 2013 Cuma

Eskişehirspor:0-0:Galatasaray # Terim'in 6-0-4 İle İmtihanı



Her hafta 6-0-4’ün Galatasaray’ın başına açacağı belalardan bahsedeceğiz sanırım. Sezon sonunda Süper Lig’in  en derin kadrolarından birine sahip olan Terim geldiğimiz noktada ikinci yarılarda maçın akışını değiştirecek oyuncu bulmakta inanılmaz zorlanıyor ve gelecekte zorlanmaya devam edecek gibi. Bugünkü maçta ikinci yarı bir hamle yapabilmek adına Amrabat’ı 18’e alan Terim yeni transfer Chedjou’yu kadro dışı bırakmayı göze almıştı. Bu manzaraya daha pek çok maçta şahit olacağız. Sezon öncesinde belirttiğim gibi bu durum kadro dengesini bozacak neticelere yol açacak. Galatasaray taraftarı da bazen yanlış tercihler yapan teknik ekibe çoğu zaman da Türk futbolcu yetiştireceğiz hayaliyle dayatılan 6-0-4 sistemine serzenişte bulunacak.

Gelelim maçın teknik analizine: Galatasaray maça  aşağıdaki formasyonla başladı. Sezon başı yazımı okuyanlar Galatasaray’ın en büyük sorununun bekte değil de kanatlarda yaşanabileceğinden bahsettiğimi hatırlayacaklardır. Galatasaray ilk yarıda sahanın aşırı sulanmasının da etkisiyle topa fazla sahip olamadı ve kanatlarda da gerçek kanat oyuncuları bulunmadığından topu Drogba ve Burak Yılmaz’ın kafasıyla buluşturamadı. Eskişehirspor öyle ahım şahım bir futbol oynamamasına rağmen özellikle kanat beklerde yer alan oyuncularının çok diri olması ve orta sahanın dinamizmi sayesinde Galatasaray’a göbekten de gelme fırsatı vermedi.
Haber ile ilgili metin girin!.
Fatih Hoca ikinci yarıya bambaşka bir formasyonla çıktı ki bu da düşündüğümü doğrular nitelikteydi. Kanatların işlemeyişi ve verimsiz geçen ilk yarı hocayı düşündürmüş olacak ikinci yarıya biraz da risk alıp takıma iki kanat monte ederek başladı. Sola Amrabat’ı, sağa ise Sabri’yi koydu teknik patron. Böylece takım aşağıdaki dizilişteki gibi oynamaya başladı. Alınan risk erken bir sakatlıkta kendini gösterdi tabii. Zan’ın müzmin sakatlığı tekrarlayınca başka hamle şansı kalmadı Terim’in. Ceyhun’u stopere çekti. Ve yaklaşık 35 dakika boyunca sadece saha içi hamleleri yapmak durumunda kaldı. Gerçi yedektekilere bakıldığında oyunu değiştirme hamlesi için pek bir seçenek olmadığı da ortadaydı. Galatasaray hep söylediğimiz gibi bu yıl sahaya çıkan 11’in yüksek performans göstermesine bağlı skorlar alacak gibi duruyor. Bunun da mucizevi bir devamlılık gerektirdiği ortada. İkinci yarıda Necati eski Necati gibi bir bitirişe sahip olsaydı bugün cebe konan 1 puanla da teselli bulamayacaktı sarı kırmızılılar. Necati geçen haftaki kötü performansının ardından bu haftaki büyük şansı da elinin tersiyle itmiş oldu.
Haber ile ilgili metin girin!.
Galatasaray,  son iki haftada 2 puana razı bir oyun sergiledi. İki haftada görülen gerçek kanatlardaki çaresizlikti. Terim iki haftada iki forvetinin de mutsuz olmasını engelleyemedi. Geçen hafta "aman canı sıkılmamıştır umarız" denen Drogba iken bu maçta ikinci yarıya çıkmayan Burak için aynı sözler sarf edildi. Var olan sistemde kadrodaki önemli oyunculardan bazılarının mutsuz olmaması mümkün gözükmüyor. Yabancı kısıtlaması ve takımın bu kısıtlamaya önlem alamamış olması yeni transferi dahi tribüne yollayabiliyorken Terim’in çok fazla beyin jimnastiği yapacağı gün gibi ortada. Milli takım arasında bu duruma bir çare arar diye de avunamayacağız. Terim bu süre zarfında milli takımın dertlerine zaman ayırmak zorunda kalacak.  

MAMMA Lİ TURCHİ

99 yılının hafızama kazınan o karamsar tablosu mu etkili oluyor bilmiyorum ancak Juventus denince aklıma nedense Sami Yen’de oynadığımız ve öncesinde günlerce üzerine yorum yaptığımız 1-1’lik maç geliyor. Ha tabii bir de galibiyetten başka seçeneği düşünmediğim- süreç bizi öyle gaza getirmiş ki- o maçta son dakikaya kadar yenik oynayıp Suat’ın altın kafasıyla 90’da beraberliği kurtarışımız var.

Düşünün henüz bir lise öğrencisiyken kompozisyon dersinde bana “Mamma Li Turchi” başlıklı bir yazı yazdıran maçtı İstanbul’daki mücadele. İtalyanlar Öcalan’ı Roma’da misafir etmenin yüz kızarıklığı ile İstanbul’da can güvenlikleri olmadığını iddia etmiş, yanlış hatırlamıyorsam maç bir hafta ertelenmiş ancak devlet garantisi şartı ile  Juve Sami Yen’e çıkmıştı. Tabii bu tavır sadece Galatasaray’da değil tüm Türkiye’de bir antipati oluşturmuştu kendilerine. Türkiye’nin çok güvenli bir ülke olduğunu düşündüğümüzden değil ama otoritesiz bir Orta Doğu ülkesi muamelesi görmesi sinirlendirmişti insanları.
Dünkü kura çekimi sonrasında Real Madrid’ten daha çok Juventus’a kilitlenmem bu yüzdendir. 99’daki günlerimi yâd ederken 2003’teki grup mücadelesini de bir an düşündüm. Evet o günlerde de terör bahanesini dile getiren bir Juventus takımı vardı karşımızda. Çok gülünç gelebilir ama 99’da olduğu gibi İstanbul’a gelmeyi reddetmişlerdi. UEFA bu kez İtalyanları haklı bulmuş ve maçı Almanya’da oynama kararı almıştı. İkinci Terim döneminde başarısız bir grafik çizen takım o gün Westfalen’de 2-0’lık harika bir skor almış ve prestijini yeniden kazanmıtı İtalyan devi karşısında. Başarılı grup performansımıza rağmen 99’da statüden kaynaklı ve 2004’te de küçük hatalarla gruplara trajik bir biçimde veda edişimiz beni hep üzmüştür.


Dün 2013-2014 sezonu adına belirlenen CL gruplarında söylediğim gibi beni en çok heyecanlandıran takım “Juventus” oldu. Grupta yer alan Real Madrid ve Kopenhag’la beraber gruptan çıkma şansına dair uzun uzun tartışılabilir ama bu yazıda değil. Benim şimdi kafamı kurcalayan başka bir durum var. Akdeniz’de çok yakında başlayacağı kesinleşen bir Suriye müdahalesi Orta Doğu’da dolayısıyla Türkiye’de de muhtemel bir karışıklığın habercisi. Bu durumda mazimizdeki 2 karşılaşmamızda da can derdine düşen sevgili İtalyan’lar mızıkçılık yapıp biz oraya gelmeyiz derler mi? Maçın 10 Aralık’ta oynanacak ve grubun son maçı olacak olması şimdiden bu hesapları yapabileceklerini gösteriyor. Şike sürecini ağır bir kayıpla geçirdikten sonra hızla başarı ivmeleri yükselen siyah beyazlılar, Tevezli süper kadrolarıyla eski parıltılı günlerine dönme zamanlarının geldiğini düşünüyor. Mazi bize İtalyanların başarı adına her şeyi mübah gördüklerini iki kez göstermişti ne dersiniz gruptaki düğümün son maçta çözülebileceği bir ortamda 99’daki gibi bir alicengiz oyununa hazır olmalı mıyız sizce?

26 Ağustos 2013 Pazartesi

ÇARKLARI ISLATAMAYAN GÖZYAŞLARI

Bazen kelimeler kifayetsiz kalabiliyor. Futbol hayatının en verimli çağında genç bir futbolcu  taraftarın –büyük bir ihtimalle galiz denebilecek seviyede- küfürlerine dayanamayarak gözyaşları içerisinde sahayı terk edebiliyor. Volkan’ın oyunu terk etmesi üzerine yarın pek çok köşe yazarı ağabeyimiz kınamalar yollayacak, pek çok futbol magazin(!) programında mahallemizin bıçkın, delikanlı yorumcuları durumu lanetleyen komik sözler edeceklerdir. Tabii dikkati üzerinde toplamak isteyenler de olacak ve “Ya profesyonel futbolcu tribünlere kulak asar mı, sen işini yap, milyon dolarlar alıyorsun” diyerek Volkan’ı eleştirecektir.

Bu olaylara bu şekilde yaklaştığımız ve sporun ruhuna uygun bir sistemi getirecek devrimi gerçekleştiremediğimiz sürece bu ve buna benzer tribün magandalıklarını, sporcu yitirişleri daha çok yaşayacağız.
“Endüstriyelleşen futbol dünyasında yılda en az 50 gol atan C.Ronaldo’nun Bernabau’da yuhalandığına tanık oluyoruz, Volkan Şen’e yapılan ne ki?” diyebilirsiniz. Türk futbolu da o iğrenç Endüstriyel Futbol çarkının belki de en önemli parçalarından biri. Ancak her alanda olduğu gibi futbolda da yanlış olanı en uçlarda yaşıyoruz. Buna yozlaşmışlık adı veriliyor.
Evet, bundan bir iki yıl önce İngiltere Championship’te 20 yaşındaki bir genç kaleci “Bu oyundan ve mentaliteden çok sıkıldım” diyerek futbolu bırakmıştı. Evet, takımlarının her şeyi olabilen bazı futbolcular dahi arenalarda göbeğini kaşıyarak “Eğlence istiyoruz!, dahasını, dahasını istiyoruz” diye hönküren  sürüler tarafından yuhalanabiliyor ancak futbolun o seyir zevkini, heyecanını yaşamayı arzulayan bir güruh hala ayakta ve o güruh bir futbolcunun göz yaşlarıyla sahayı terk etmesine katlanamıyor.

Volkan Şen’i gözyaşları içerisinde saha kenarına götüren psikoloji neydi tam olarak bilemeyiz çünkü çalıştığımız şirkette işimizi yaparken yanımıza gelen tüketici “Lan ben senin yapacağın işin ta …., senin ananı, avradını……” demiyor. Milyon dolarlar aldığınızı düşünün ve her iş günü onlarca yüzlerce müşterinin her hatanızda size bunları söylediklerini tasavvur edin. Bence defalarca istifanın eşiğine gelirdiniz.

Endüstriyel futbol, tüketen ve tatmin olamayan taraftarı da beraberinde getirdi buna hiç şüphe yok. Dünya liglerinden amatör ruha özgü haberler aldığımızda “Vay beee” nidalarıyla “O ruh hala yaşıyormuş.” dediğimiz anlar oluyor. Bir diğer gerçekse şu ki: Türkiye’de endüstrileşen futbol ve tribünler 2000 sonrasında kendini daha da çok hissettiriyor. İşin kötü yanıysa sistem içerisinde en çok dönüşenin futbolcular değil seyircilerin oluşu oluyor.  Bu çok da sempatik olmayan güruh tribünlere adım attığında sadece ve sadece tatmin olabilmeyi arzulayan, bu yolda her şeyi mübah gören, bu anlamda belki de 90 dakika boyunca en iç acıtan küfürleri edebilen insanlara dönüşüyor. Bunu hemen her tribünde görüyorsunuz. Çok uzaklara gitmeye gerek yok! Tugaylar, Okanlar’dan sonra altyapıdan bir armağan gibi büyüyen Arda Turan’a bir iki başarısız maçtan sonra edilen küfürler hala akıllarda. Aynı manzaraları defalarca Beşiktaş ve Fenerbahçe tribünlerinde de gördük. Volkan Şen’e yapılanlar şaşırtmadı belki ama sistemi bazılarımıza yeniden sorgulattı.


Pek çok branşta ve sektörde olduğu gibi futbolumuzda da işleyişin devrimle yenilenmesinin büyük felaketlere gereksinim duyduğunu düşünürsek, bırakın devrimi Volkan’ın bazılarımızı yaralayan o göz yaşlarının sistemin çarklarını ıslatamayacağını görebiliriz.

25 Ağustos 2013 Pazar

İLK KAYIP I BURSASPOR:1-1:G.SARAY

2013-2014 futbol sezonunun ikinci haftasında Galatasaray'ın puan kaybı yapabileceğini düşünenler eminim oldukça fazlaydı. Öyle de oldu zaten. Bursaspor ilk yarı soyunma odasına 1-0 geride gitse de ikinci yarıda bulduğu golle maçın berabere bitmesini sağladı.

6-0-4 her takımı ama en çok da Galatasaray'ı etkileyecek derken aslında bundan bahsediyorduk. Olası performans düşmelerine ilaç olarak kenarda sadece Emre Çolak, Erman Kılıç ve Umut Bulut bekliyor ki sağda ve solda geçtiğimiz yıl kilitleri açabilen Amrabat ve Riera kısıtlamaya takıldığı için takıma hiçbir şey katamıyor. Bu oyuncuların maç kondisyonlarının düştüğünü de düşünürsek milyonlarca dolar tribünden sahayı izliyor.

Maç ligin başlangıcı olmasına rağmen oldukça  tempolu oynandı. Bunun sebebi Galatasaray'dan çok Bursaspor'un seyirci desteğini arkasına alıp skor avantajı sağlama arzusuydu. Galatasaray orta sahasında Selçuk'un bir iki pasına Burak ve Drogba doğru hamleleri yapabilseler maç ilk yarıda bitebilirdi.

Hamit için eminim maçı izleyen her Galatasaraylı aynı şeyleri düşünüyordur. İlk yarının son dakikalarında golü getiren klas sayılabilecek asisti yapmasına rağmen Hamit geçtiğimiz yıldan çok da farklı gözükmüyor. Galatasaray'ın hızlı hücumlarında hamle ve pas geciktirmeleri ile takımın freni konumunda. Fatih Terim'in önceki dönemlerini de yakından takip ettiğimiz için inandığı futbolculara çok kötü dönemlerinde dahi şans tanıdığını hatırlıyoruz. Hamit de onlardan biri. İnsan Hamit'in kötü pas tercihlerini, hamlelerinde yavaş oluşunu gördükçe bu futbolcu nasıl olmuş da Bayern'de on birin vazgeçilmezi olmuş diye düşünüyor. Ama kahretsin ki Altıntop'un o yıllarını da çok iyi hatırlıyor ve bu kıyaslamalar sonucunda bu büyük tepkileri veriyoruz.

Galatasaray'ın yediği golde  futbolcuların yapabileceği pek bir şey yoktu. Ceza sahası içinde müdahaleye imkan tanımayan bir üçgen kuran Bursa ileri ucu, 97'lik genç "wonderkid" Enes ile golü buldu. Bu anlamda maç boyunca kötü bir iş çıkarmadığını düşündüğüm geri dörtlüye golün yükünü yüklememeli diye düşünüyorum.
Süper Lig-Müthiş maçta kazanan yok: 1-1
Sezon öncesi değerlendirmelerimde belirttiğim gibi Galatasaray'ın kanat futbolcusu olmadan oynamak zorunda oluşu ilk sıkıntı sinyallerini verdi. Galatasaray, bu dizilişle yalnızca göbekten varyasyonlarla gole gitmek zorunda kalıyor. İşin kötü yanı Galatasaray'ın mevcut kural ve kadro yapısı ile kanat futbolu oynamasının imkansız oluşu. Bu anlamda deplasmanlarda sıkıntı yaşamaya devam edebilir.

Bugün Drogba ve Sneijder iyi performans sergilemediler. Sneijder'in geçen senekinden çok daha diri olduğu ortada. Drogba ise Bursa stoperinin sert müdehaleleri arasında sindi. Oyundan alınması doğal görünse de çıkarken çok da mutlu olmadığı anlaşıldı. Büyük oyuncuları kadroya katmaktansa onları o kadroda mutlu tutabilmek çok daha zordur. Bu anlamda Drogba ve Sneijder her maç içinde patlamaya hazır bir bomba.

Bursa'da  golü bulan 97'lik Enes hakkında şimdiden konuşmak çok manalı değil keza benzer çıkışları yapan pek çok oyuncunun kariyeri önümüzde duruyor. Buna rağmen Türkiye'nin belki de en iyi orta saha oyuncusu konumundaki Batalla'yı kadrosunda tutmayı başarabilen Bursa yönetimini kutlamalı. 

Son sözler Galatasaray'ın kadro derinliği üzerine olsun. Geniş bir kadroya sahipmiş gibi duran Galatasaray'da 6-0-4 kuralı gereği tribünde kalan oyuncuların üç kulvar içinde mücadele edecek olan Galatasaray'a pek de yararları olamayacakmış gibi geliyor bana. Maç eksiği küçümsenmeyecek bir sıkıntı çünkü. Bu durum Galatasaray'ın kadro derinliği problemi yaşayacağını da gösteriyor.

19 Ağustos 2013 Pazartesi

YENİ SEZON ÖNCESİNDE GALATASARAY

Sezon öncesi takımlar hakkında yorum yapabilmek oldukça zor oluyor. Hele ki sezonun ilk maçları sezonun geneli hakkında bize hiçbir ipucu veremeyebiliyor. Keza Galatasaray'ın şampiyon olduğu sezon İstanbul BB'ye yenilerek sezona başladığını unutmayalım. Her şeye rağmen sezon öncesinde Galatasaray'da durumu kendime göre değerlendirmek isterim:


Galatasaray'ın sezon içinde yabancı kısıtlamasından başı en çok ağrıyacak kulüp olacağı düşünülüyor ancak ben pek o görüşte değilim. Sebebi çok açık. Galatasaray'ın 10 futbolcusundan 4 tanesi sürekli forma bulamayacağının zaten bilincinde. Bunlar Elmander, Riera,Dany ve Amrabat. Bu futbolcular içerisinde küstürülmemesi gereken tek isim sanırım Amrabat ki Fatih Terim rotasyonda sıklıkla kendisini kullanacaktır. Sol bekte ise sadece Hakan Balta ile yola devam edilmesi büyük risk taşıyor doğrudur. Bugün Hakan Balta'nın önemli bir sakatlık yaşaması Galatasaray'ı zor durumda bırakabilir. Buna rağmen takımın bu kuraldan ötürü dengeleri bozulmayacaktır görüşünü savunuyorum. 

En büyük sorun sol bek için yaşanıyormuş gibi gözükse de benim fikrim takımın probleminin kanatlarda olduğu yönünde. Galatasaray defansını sağlam tutarak değil hücum zenginliği göstererek futbolunu kabul ettirmeye çalışan bir ekip haline dönüştü. Bu anlamda Galatasaray takımından 90 dakika boyunca geriye yaslanarak sabretmesini, bulduğu kontralarla sonuca gitmesini asla bekleyemezsiniz. İştahla saldırmaya çalışan bir ekip olacaktır hemen her maçta karşınızda. Takdir edersiniz ki bu durum tıkır tıkır işleyen kanatları gerektirir ki her ikisinde de sıkıntı olduğuna ve çözüm sağlanamazsa sezon içerisinde daha büyük sıkıntılara sebep olacağına inanıyorum. Sol kanatta Amrabat büyük ölçüde yabancı kısıtlamasına takılacaktır. Sağ kanatta ise Hamit Altıntop'tan beklenilenin alınamadığı ortada. Sağda Hamit'in neredeyse tek alternatifi şu an için Burak Yılmaz gibi gözüküyor. Burak yıllardır iyi bir SC olarak yükselişe geçtiğine göre ondan kanat yaratmaya çalışmazsa daha iyi eder Fatih Terim. Soldaki alternatifler ise sağa göre çok ama fark yaratmaları için çok çalışmaları gerekiyor. Erman Kılıç,Emre Çolak ve tabii ki Baytar. Bu isimlerden bizleri sadece Emre Çolak ümitvâr ediyor. Sneijder'in sol kanata çekilmesi olasılığını yazmak dahi istemiyorum.

Galatasaray'ın güvenebileceği iki bölgesi var: Forvet hattı ve orta saha (kale için de aynı şeyi söyleyebiliriz)  Melo'nun tavırlarından haz etmesem de beklediğimden çok daha sakin bir 2 yıl geçirdi Brezilyalı. Galatasaray'ı ortada bıraktığı maçları da olmadı değil ancak Avrupa'da Galatasaray'ın önemli bir kozu oldu. Selçuk İnan, Türk futbolunun en önemli ismi ve büyük bir transfer yapmamış olması Galatasaray için büyük bir lütuf.

İleri uçta Drogba ve Sneijder kalitelerini büyük bir aksilik olmadığı sürece rahatlıkla göstereceklerdir. Sneijder'in kafasında dünya kupasında oynamak varsa bu yıl Galatasaray için harika istatistiklere imza atacaktır. Drogba'nınsa taraftarın arzusundan etkilendiği ve motive olduğu ortada. Bu durum Galatasaray için büyük bir şans.

Son haberler Arda'nın Galatasaray'a dönebileceği yönünde. Her zaman takım ile anılacak sembol isimlerin futbola renk kattığını söylüyorum. Arda da sadece sahadaki işine konsantre iken bu söylediğim kriterlere uygun bir futbolcu. Tam bir Galatasaray taraftarı. Ama gidişinden önceki o haz etmediğim racon kesici, itici Türk futbolcusu kimliği ile sarı kırmızıya dönecekse hiç gelmesin diyenlerdenim.  Her şeye rağmen dönüşü Galatasaray'ın bana kalırsa en büyük sorunu olan kanat problemine ilaç olacaktır.

lig tv ve eyyamcılık

Dün Beşiktaş Trabzon maçında tezahüratların bir kısmı sansürlendi. Küfür içermeyen sloganların hangi gerekçeyle sansürlendiğini doğrusu anlayamadım. İnsanların demokratik görüş açıklaması ne zamandan beri suç, hele lig tv nin: ''kıstım ama sor bir niye kıstım tavrı'' Yeşilçam performanslarına taş çıkarır cinsten. Kötü niyetli birileri ve planlar varsa koyarsın delilleri ortaya gereğini yaparsın ama ortalığa sürekli kanıtlanmamış iddialar üzerinden korku salıp insanların en temel haklarını kısıtlamaya kalkılırsa bunun adı demokrasi değil korku imparatorluğu olur.

12 Ağustos 2013 Pazartesi

SÜPER KUPA'NIN ARDINDAN

Ülke insanının statü, eğitim, maddi durum gözetmeksizin insana yaraşır bir biçimde davranmayışının tek bir sebebi yok. Dün geceki derbide neredeyse her derbide yaşandığı gibi küfürlerle nefret kusmanın, maç öncesinde döner bıçakları ve diğer teçhizatla cephane kurmanın da tek bir sebebi yok. Ancak bu unsurlar benim her geçen gün Türk futbolundan tiksinişimde neden oluşturuyorlar.

Eşit sayıda dağıtılmış ve büyük bölümünün Anadolu'da yaşayan yani kendi şehirlerinin tribün ağalığında yer almayan insanların oluşturduğu bu taraftar kitlesinin dakikalarca Ananın .... koyayım Fenerbahçe ve İ... Galatasaray küfürleşmesini neredeyse yarım saat sürdürmesinin bir izahatı olabilir mi? Bu hastalıklı zihniyet ne zaman tribünlerden def olacak bilemiyorum ama gerçekten futbola aşık birçok insana kabak tadı verdirdiği ortada. 

Dünkü derbiden aklımda kalanlar bu ve buna benzer saçma sapan olaylardan ibaret. 

Derbiye dair iyi şeyler de görmedi mi bu gözler gördü elbette. Günahım kadar sevmediğim Emre Belözoğlu'nun yenilgi sonrası tebrik samimiyetine inanasım geldi mesela. Webo'nun bir pozisyon sonrası Semih için can hıraş sağlık ekibini çağırması tüylerimi diken diken etti. Sık sık gösterseler de Fatih Hoca'nın saha kenarındaki gereksiz atarlarına ve çamurlarına bu sezonluk hazır olmadığımı hissettim mesela. Ve Fenerbahçe kulübesinde sessizliğinin efendiliğinden geldiğini düşünüp de yanıldığım somurta somurta içimi karartan Kocaman'ın yerine iyi bir futbol uzmanı olan Yanal'ı görmek beni keyiflendirdi.

Bu süper kupa maçlarında hiç heyecanlanmadığımı bu maçların gazozuna oynanıyormuş gibi durduğunu belirtmeliyim. Bana kalırsa aynı durum sağduyu sahibi Fenerbahçeliler için de geçerlidir. Buna rağmen hemen her ligin prestij kupası olan Süper Kupavari organizasyonları destekliyorum.

Sezon öncesinde futbol açısından bakarsak Galatasaray'ın gerçekten dünya standartlarında yabancılara sahip oluşunun fark yarattığı sonucuna ulabiliriz. Drogba'nın futbol bilgisi üzerine yazmaya gerek yok sanırım. Fizik kalitesinin yerine geldiği belli olan Sneijder için de pek fazla söze gerek yok. Sakatlık ve yabancı kısıtlaması sıkıntı yaratmadığı sürece bu iki futbol uzmanı Galatasaray'ın sahadaki farkları olacaktır.

Benim kafamı kurcalayan Burak Yılmaz meselesi. Kendisinden çok da haz etmediğimi söyleyebilirim. İyi bir forvet-striker demedim dikkat ederseniz- olduğunu düşündüğüm Burak Yılmaz'ın karakterinden pek hoşlanmadığımdan umuyorum ki 20 M Euro veren bir takım kendisini kadrosuna katar da biz de 2 forvet mi yoksa tek forvet mi oynayacağız ikileminden kurtulmuş oluruz.

Galatasaray'ın oturmuş bir kadroya sahip oluşu büyük bir avantaj ancak yabancı kuralı bu şekilde kalırsa kadro dengeleri açısından en dezavantajlı takım da Galatasaray olacaktır. Bu durumun en büyük kanıtı Fransa liginin en değerli defans oyuncusunun kadroya dahi alınmayışı değil mi?


9 Ağustos 2013 Cuma

İNADINA ÇARŞI

Her şey gezi parkı olaylarında semtini korumaktan başka amacı olmayan Beşiktaş tirübün grubu çarşının iyiden iye fenomenleşmesiyle başladı. Herkesin mevcut iktidar karşısında sus pus olduğu bir dönemde bu çocuklar haddini aşıyordu.Polise karşı mazlumu koruyor, doğaya, inançlara, kimliklere saygılı bir muhalefet biçimini ortaya koyarak mevcut muhalefetin acizliği ve halktan uzaklığını da ortaya çıkarıyorlardı.Çevremde parti kursunlar oy vericem , yükselenim çarşı geyikleri de iktidar için tehlikeli bulunmuş olsa gerek yılların çarşısına hemen olayların arefesinde açılan çete suçlamalı davalar, sonunda mevcut beşiktaş yönetiminin stat içi tezahürat yasaklarına kadar vardı bir taraftan siyasi adli otorite öte yandan beşiktaş yönetimi.. liglerin başlamasına sayılı günler kala başlatılan bu kıskaç trübünler de elbet ters tepecektir de ben beşiktaşın kurumsal kimliğiyle ilgili ciddi endişeliyim çünkü yasakta ve baskıda egemenler sınır tanımayacaklarını her gün gösteriyorlar. Onurlu futbol insanlarını zor günler bekliyor, bize de diren çarşı demekten başka bir seçenek kalmıyor

4 Ağustos 2013 Pazar

2013-2014 SEZONU ÖNCESİ FUTBOL HAKKINDA BAZI MÜLAHAZALAR

Sezon öncesi güzel bir mücadele beklentimin yanında kamuoyunun da tartıştığı bazı konular canımı sıkmıyor değil. Bunlar hakkındaki düşüncelerimi kısaca sıralayayım.

6-0-4 yabancı sınırlaması

Önceki yazılarımda belirttiğim gibi Türk futbolcusunun milli takıma yeterince katkı sağlayamamasının, üst seviyede futbolcu yetişmemesinin asıl sebebi olarak görülen "yabancı futbolcu sayısı", bahsettiğim sorunun yalnızca 3'te 1'lik bölümünü oluşturmaktadır. Asıl sebebin ülkedeki hemen her konuda olduğu gibi işe yönelik eğitimin profesyonel olamayışı olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda mevcut sistemle takımlarımız Avrupa kupalarında hazır iyi bir ivme yakalamışken futbol kulüplerini zorda bırakmayacak bir sistem üzerinde uzlaşılmalıdır. Bu anlamda AB üyesi ülkelerin vatandaşlarını yabancı statüsüne koymamak  bu yılki başarılara yardımcı olabilir. (Bu durumu taraftarı olduğum Galatasaray'dan bağımsız düşünüyorum, meşhur menajerlik oyunları CM ve FM'de bile başarısızlığın sebebi yabancı kısıtlamasıyken gerçek hayattaki yansımalarını siz düşünün)

Gündüz maçı meselesi

Gündüz maçlarının sonuna yetişen bir kuşağa mensup olarak gündüz maçlarındaki o romantizmi özlediğimi itiraf etmeliyim. Özellikle kış aylarında defalarca gündüz maçlarına gitmiş biri olarak sabahın erken vakitlerinde maça hazırlanmak, öğle saatlerinde maça gitmek ve gönül rahatıyla eve dönebilmek güzel bir duyguydu. Gece maçları güvenlik açısından sıkıntılar yarabiliyor. Ancak benim böyle romantik isteklerim var diye bu uygulama Türkiye koşullarına uygundur diyemem. Türkiye'de yayıncı kuruluş futbolun her şeyidir. Evet endüstriyel futbolu ülkede ben yaygınlaştırmadığıma göre sermayenin futbolumuzun her şeyi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bundan tiksinsek de bu durum aynen dediğim gibi. Gündüz maçlarının tv gelirlerini önemli ölçüde düşüreceği bunun da yayıncı kuruluşu zaman içerisinde dara düşüreceği ortada. Bu durum da bizlere gündüz maçlarının ülkemizde şimdilik hayal olduğunu düşündürüyor.

Deplasman yasağı

Bir an evvel bitirilmesi ve normalleşmeye dönmesi gereken bir uygulamadır. Bu sezon Arena'da Fenerbahçe ya da Beşiktaş takımının taraftarlarının sesini duymak istiyorum. Kendi sahanızda yediğiniz bir gol sonrası duyacağınız o cılız sevinç gösterisi futbol heyecanını daha da artırmıyor mu? Güvenlik diye soracaksınız, e onu da bir zahmet bu sektörden trilyonlar kazanan büyükler düşünsün. 

Stadyumlarda siyasal içerikli slogan meselesi

Yıllardan beri belli siyasi durum ve olaylar stadyumlarda kısmen de olsa yer buluyor. Hele son dönemde ırkçılık, dayanışma gibi sosyal meseleler dahi (genellikle Çarşı sayesinde) tribünde dillendiriliyor. Siyasi slogan istemiyoruz diyen irade bugün lig maçları öncesi okunan İstiklal Marşımızın dahi bir siyasi söylemin sonunda gelenek haline geldiğini hatırlamıyor mu? Terör olaylarının duygusallaştırdığı tribünler o günlerde kendi inisiyatifleri ile marşı okumaya başlayınca bu maç öncesi bir zorunluluk haline gelmişti. Bu anlamda siyasi duruş ile tribünleri ayırmak maddenin özüne ters. Ne yapılacak insanların ağzına bant mı yapıştırılacak? Ayrıca tezahüratların içeriği hakkında kim karar verecek? Kusura bakılmasın ama bu durum II.Abdülhamit'in sırf  tahtın kurusun sözünü çağrıştırıyor diye tahta kurusu sözünü yasaklamasına benziyor. Böyle bir uygulama aklında protesto olmayan taraftar gruplarını dahi harekete geçirebilir. Unutulmasın ki yasaklar her zaman tahrik edicidir. Bu otoriter yapı gün geçtikçe kirlenen ellerini bari futbol arenasından çekmeli.


Sezon boyunca oynanacak futbol

Bu sezon nasıl bir futbol oynanacak, takımlar ne yapacak yazmak içimden hiç gelmiyor. Heyecanla ligin başlamasını beklesem de sezon öncesi konuştuğumuz konulara bakınca futbolun yine bir adım geride kalacağı ortada.

Görüşmek üzere


3 Ağustos 2013 Cumartesi

federasyon maçları yasakladı!

Evet benim ardı ardına gelen yasaklarla birlikte beklediğim nihai yasak budur ve maalesef artık bir ironi değil olasılıktır.önce tüm araştırmalar aksini gösterse de içki tüketimini azaltarak olayların önüne geçeceğini iddia eden spor bakanlığı ve federasyonun yeni icadı statlara davul sokmayı yasaklamak oldu. davul yok, tezahürat yok.. bana bu yasaklar'' toplum olmasa ben bu ülkeyi ne güzel yönetirim'' diyen bir diktatörü hatırlatıyor. aslında mesele yasaklamak değil insanların ortak alanlarda yaşamlarının kesişmesini sağlamaktır. aynı dertleri, eğlenceleri, aşkları, sorunları paylaşan insanlar birbirini ötekileştiremez yani bırakın insanlar, parkları, sokakları, taraftarları bırakın kaynaşsınlar. siz toplum mühendislerinizi sokmadan önce zaten bu insanlar statlarda ve tabii yaşamın her alanında birlikteydi yani aklıma takılan, sakın zaten amaçları da bu olmasın yani insanlar ne kadar yabancılaşırsa yönetmek de o kadar kolaylaşır, bilmem anlatabildim mi..